19 Şubat/2019
“Selefîlik” kelimesi Arapça “selef” kökünden gelmekte, Kurân-ı Kerîm ve Hadis-i şerîflerde bu kelime “geçmiş, önceki” anlamında kullanılmaktadır.[1] Selefiyye, selefiyyûn ve selefîlik kelimeleri Türkçemize kökencilik ve köktencilik olarak çevrilmiş, bu kelimelerin karşılığı bazen de fundamentalizm ve radikalizm kelimeleri ile ifade edilmiştir.[2]
Tarihi Açıdan Selefîlik
Selefî anlayış, günümüze kadar üç temel aşama geçirmiştir. İlk dönem; sahabe, tâbiîn ve tebe-i tâbiîn yolunu benimseyen, Mutezile, Mürcie, Şia ve Haricîlerin dışında kalan, Cehmiye, Mutezile ve Kaderiye’nin bidat yorumlarını toptan reddeden hadisçilerin ve fukahânın benimsediği mezheptir.[3]
İkinci dönem, Eş’arî ve Maturîdî mezhepleri teşekkül ettikten sonra, bu her iki mezhepten biraz daha farklı bir noktada duranların kastedildiği dönemdir. Mamer b. Râşid (v. 770), Evzaî (v. 774), Süfyan es-Sevrî (v. 778), Mâlik b. Enes (v. 795), Süfyan b. Uyeyne (v. 814) Ebu’l-Vefâ İbnu Akîl (v. 1119), İbnu Teymiyye (v. 1328) ve İbnu Kayyim el-Cevziyye (v. 1350) bu dönemin önde gelen bazı âlimleridir.[4]
Üçüncü dönem, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarına doğru, bilhassa XVII. ve XVIII. yüz yıllarda, dinde bir tecdit ve uyanış hareketi olarak başlamıştır. Bu aşamanın temsilcileri olarak şu isimleri görmekteyiz: Muhammed İbnu Abdi’l-Vehhâb (v. 1791), Muhammed İbnu Ali es-Senûsî (v. 1859), Cemâlüddin el-Efgânî (v. 1897), Muhammed Abduh (v. 1905), Abdurrahman el-Kevâkibi (v. 1902), Muhammed Reşit Rıza (v. 1935) ve Cemâlüddin el-Kâsimî (v. 1914).[5]
Günümüz İtikadî/Siyasi Neo-Selefîliği
Mısırlı tarihçi-yazar Cemal Rahim günümüz neo-selefîliğini üç kategoride ele almaktadır:
İhvan (Müslüman Kardeşler). Bu gurup, parlamentolara ve hükümetlere dâhil olarak bir İslam devleti kurmak istemektedir. Sloganları devrim değil reformdur.
İlmî selefîler. Bu neo-selefîler de tebliğ vasıtası ile bir İslam devletine ulaşmayı arzulamakta, ancak çürümüş rejimlerle ve siyasetle iş birliği kurmayı istememektedirler.
Cihatçı selefîler. Bunlar –el-Kaide vb.– şiddet kullanarak bir İslam devleti oluşturma amacındadırlar.
Ancak bu tasnife sayıları fazla olmasa bile dördüncü bir grubu daha eklemek mümkün görünmektedir ki bu da kendilerine karşı fikirde olan bütün Müslümanları imansız, onların öldürülmelerini de mübah gören “tekfîrci selefîler”dir.[6]
Günümüz neo-selefîleri tasavvufu, felsefeyi, demokrasiyi ve genel anlamda batıyı reddeder. Çoğu da tereddütsüz bir şekilde Hristiyan ve Yahudi karşıtıdır.[7] Tasavvufu ve sûfileri oldukça radikal bir şekilde reddeden bu anlayış, bütün türbe ve zaviyeleri yok etmeyi kendilerine bir vazife bilmekte, kendi hallerinde Rab ile irtibatlarını devam ettirmeye çalışan mutasavvıflara da zulüm ve baskı yaparak onları yerlerinden sürmeyi kendilerinde bir hak olarak görmektedirler. Dolayısı ile günümüz neo-selefîleri, bütün mutasavvıflara ve tarîkatlara oldukça sert bir şekilde karşıdırlar.[8]
Günümüz neo-selefîleri, İslam’ın sadece sünnî yorumuna muhalefet etmekle kalmamakta, mezheplerin varlığını da reddetmektedirler. Günümüz neo-selefîleri için İslam’ın tek bir yorumu vardır ki o da neo-selefîliktir. Günümüz neo-selefîlerine göre bir tek kendileri doğrudur ve kıyamet gününde de bir tek kendileri kurtulacaktır. Şurası oldukça dikkate değer durumdur ki günümüzde neo-selefîlik akımı, aslında doğrudan İslam’ı hedef almaktadır. [9]
Günümüz Neo-Selefîlerinin İtikadî Yanlışlıklarından Bazıları
Büyük bir İslam kültürünü toptan reddetmeyi marifet sayan günümüz neo-selefî bakış açısı, dinde temel sayılabilecek bazı itikadi konularda hatalarla dolu bir haldedir. Bunlardan bir-iki tanesini kısaca sıralamaya çalışalım:
Bu yaklaşımdaki kimselere göre ölüler işitmez. Hâlbuki ölünün, kendisini taşıyanları, götürenleri, işinin hayırla mı şerle mi neticeleneceğini tam olarak bildiğini ifade eden hadîs-i şerîfler bulunmaktadır.[10] İbn Teymiyye[11] ve talebesi İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye[12] de ölülerin ziyaretçileri tanımasının tevatüren sabit ve âlimlerin de bu konuda müttefik olduğunu söylemektedir.
Cenâb-ı Hakk’a mekân isnat ederler. Mesela: Mülk, 67/16. ayet-i kerimede mealen: “Yüceler yücesi Allah’ın (men fi’s-semâ) sizi yerin dibine geçirmesinden emin mi oldunuz?” ifadesinden, Allah’ın yukarıda bir cihette ve bir yerde olduğu manasını çıkarmaktadırlar.
Hâlbuki bu müteşabih ayetler insana bir tasavvur verir, Allah’ın mutlak yüceliğini ifade ederler. Bu ayet-i kerime “O’nun hiç benzeri yoktur” (Şûrâ, 42/11) “Yüzünüzü nereye döndürürseniz Allah oradadır” (Bakara, 2/115) vb. ayetlerin ışığında asli manalarını bulur. Kurtubi el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân’ında[13] İmam Eşarî İbâne’sinde[14], Taberî Tefsîr’inde[15], Şâfii Hâfız İbnu Hacer el-Askalânî Fethu’l-Bâri’sinde[16] Allâh’a (cc) ait nüzûl ve mecî fiillerinin var olduğunu ancak keyfiyetinin kavranamayacağını ifade etmişlerdir[17].
Bilhassa günümüz selefi düşüncesinin, müteşâbih âyet-i kerîmelere uygulanması gereken metodu, muhkem ayet-i kerimelere de uygulamaya kalkmaları, yoruma kapatmaları ve âyet-i kerîmelerin zahirlerini olduğu gibi kabul eğilimleri, kıyas, rey ve aklı bütünü ile reddetmeleri onların yanlış sonuçlara ulaşmalarına sebep olmuştur. Halbuki, günümüz selefîlerinin de fikirlerine itibar ettikleri İslâm bilimlerinin birçok alanında eser vermiş Hanbelî âlimi İbnu Kayyim el-Cevzi (v. 751/1350), İ’lâmu’l-Muvakkiîn adlı eserinde “kıyas ve re’yi” bütünü ile reddetmemiş, re’ yi “mezmum” ve “mahmûd” diye ikiye ayırmış, “mahmûd rey” konusuna da oldukça geniş yer vermiştir [18]. İbnu Kayyim el-Cevzi şöyle söylemektedir: “Zamanın ve mekânın değişimine göre fetvalar değişim gösterebilirler. Üstelik bu tür bir değişimde büyük faydalar bulunmaktadır. Çünkü din (şeriat) insanların dünyevi ve uhrevi maslahatları (kolaylığı) için vardır. Bu prensip temeli itibarı ile hikmete dayanmaktadır.”[19]
Bütünü ile değişmezliği, ne Efendimiz (sas)’in hayat-ı seniyyeleri, ne de daha sonraki “en hayırlı insanlar” yani sahabe, tâbiin ve tebei tâbiin dönemi ile örneklendirmek mümkündür.
Günümüz neo-selefîleri, insan ile Allâh arasında ne aracı ve vasıtayı, ne de şefaati ve şefaatçileri kabul etmemektedirler. Hâlbuki peygamberlerin (aleyhimüsselam ecmain) Allâh ile insanlar arasında bir vasıta ve aracı oldukları, kıyamet gününde Peygamber Efendimiz (sas)’in ve derecesi yüksek müminlerin Müslümanlara şefaat edeceği hususu ehl-i sünnetin reddedilemeyecek en temel görüşlerindendir.
Günümüz neo-selefîleri temel bir düşünüş tarzı olarak tevessüle de karşıdırlar. Bilindiği üzere insanı, yaratılışındaki esas gaye ve maksada ulaştıran her türlü yol ve vâsıtaya vesîle, Allâh’a yaklaşmak için bu vesilelere sarılmaya da tevessül denilmektedir. Daha hususî manada ise, duanın kabulüne sebep olacağı ümîdiyle başta esmâ-i hüsnâ, Kur’ân-ı Kerîm, salih ameller, peygamberler ve salih zatlar vesîle kılınarak Allâh’tan bir şey istemeye, arzu edilen bir şeyin elde edilmesi veya arzu edilmeyen bir şeyin def edilmesi için O’na dua ve ilticada bulunmaya yine tevessül denmektir.
Mâide Sûresi’nin 35. âyet-i kerîmesinde: “Ey iman edenler! Allâh’tan korkun ve O’na yaklaşmak için vesile (sebep) arayın!..”buyurulmaktadır.
Hadis kitaplarımızda Efendimiz (sas)’i vesîle yapan ashabın dualarını,[20] Efendimiz (sas)’in besmele, hamdele ve salveleyle başlayıp yine onlarla nihâyete erdirilen, böylece iki makbul duanın arasına kendi dualarımızı sıkıştırıp, onların da kabulünü sağlama düşüncesiyle yapacağımız duaların daha makbul olacağı tenbihlerini görmekteyiz.[21] Yine Efendimiz (sas)’in Allah’tan zafer ve yardım talep ederken muhacirlerin fakirlerini vesîle kılarak yaptığı niyazları[22] ve “Siz ancak zayıflarınız(ın dua ve bereketi) ile rızıklandırılır ve yardım edilirsiniz”[23] beyanlarını müşahede etmekteyiz. Hazret-i Ömer (ra), hilâfet döneminde vaki olan kuraklıkta, Resul-i Ekrem Efendimiz’in amcası Hazret-i Abbas (ra)’i yanına almış ve yağmur yağması için Cenâb-ı Hakk’a O’nu vesîle yapmıştır.[24] Yolculuğa çıkan üç arkadaşın salih amellerini vesîle yaparak Allah’a duaları, bu tevessülleri neticesinde de kayanın mağaranın ağzından tamamen ayrıldığını ve dışarı çıkabildikleri bilinen hususlardandır.[25]
Efendimiz (sas) ve Kur’an’ın vesîleliğinin inkâr edilemeyeceği açıktır. Sahabeler “minnet Allah’a ve Resulünedir” diyerek Efendimiz (sas)’e ait âsârı asla zâyi etmemişlerdir. Allah Resulü de (sas) sahabelerini böyle davranmaktan alıkoymamıştır. Şayet bu tür davranışlar şirk olsaydı, yeryüzünden şirki kazıyıp atmak için gelen Allah Resulü, sahabelerini böyle yapmaktan mutlaka men ederdi. Her masum düşüncenin sû-i istimali mümkün olduğu gibi, tevessül düşüncesini de kötüye kullananlar olmuştur ve olacaktır. Ancak kabul edilmelidir ki bu türden art niyetliler, tevessülün zatında masum bir hareket oluşuna asla zarar veremeyeceklerdir.
Sonuç
Günümüz neo-selefîleri, bir yandan İslam’ın altın çağını vurgular, Peygamberin ve sahabelerinin zamanını ülkü edinmiş görünürlerken, diğer yandan da İslam tarihinin göz kamaştırıcı ve devasa yekûnunu göz ardı ederek, külliyetli bir İslam dünyasını şirk bataklığında görürler. Bilhassa da kindar duygularla hoşgörüsüzlük akımını ya da söz konusu yanlış tutumlarını din yolu ile tüm Müslüman dünyasına yansıtmaya çalışan neo-selefîler, siyaseti dinden ayırmayarak hem dini hem de siyaseti büyük ölçüde çarpıtmış olmaktadırlar.
Neo-selefîler; daha fazla hoşgörü, herkesin kendi kültürel konumuna saygı, hukukun üstünlüğü ve aydınlık bir ılımlılık içerisinde yaşamak isteyen makul çoğunluğu, nefreti körükleyen şiddet yanlısı tutumları ile büyük ölçüde rahatsız etmektedirler. Günümüzde neo-selefî bakış açısının bu derece yaygınlık kazanmış olmasının temel sebeplerinden birisi de ekonomiktir. Mesela Arap Birliği içerisinde yer alan 22 ülkenin 2019 yılı toplam gayr-ı safî yurt içi hasılası (IMF verileri) yaklaşık 2.80 trilyon dolardır. Bu 22 ülkenin toplamına karşılık Fransa’nın tek başına gayr-ı safî yurt içi hasılası daha yüksektir (yaklaşık 2.88 trilyon dolar). Yine Müslüman coğrafyasının çoğu okuma-yazma bilmemektedir ve bunların ekserîsi de kadınlardır.
Umutların yok olması, toplumlarda yaşanan ekonomik ve siyasi çöküşler, ülkelerin parçalanması gibi sebepler neo-selefi bakış açılarını beslemektedir. Hırs ve tutkuların yapıcı noktalara kanalize edilemediği Müslüman ülkelerde geriye giden ekonomik politikalar ve otoriter/baskıcı rejim denemeleri umutsuz Müslüman gençliğin içine bir virüs gibi sızmakta, neo-selefî ve cihatçı bakış açısını büyütmektedir.
Büyük ve muhteşem İslam geleneği içerisinde; yekdiğerine hoşgörülü olmayı tavsiye eden veya tüm insanların haysiyetini ve kıymetini önemseyen, terör eylemlerini asla kabul etmeyen ve reddeden, insanlara insani yoldan muamele etmeyi taahhüt eden, insan onuruna saygı duyan, komşularına ve bütün dünyaya şefkat ve cömertlikle yaklaşan, ahlâkî liderlik örneği bir tavır çok rahatlıkla bulunabilir ve görülebilir. Neo-selefî bakış açısı, Müslüman ebeveynlerin çocuklarına şiddet ve ölüm vizyonundan başka bir şey aşılayamaz.
Bütün bu açılardan; İslâm’ın aydınlık mesajının gençlere ulaştırılması, onların sahih dini bilgilerle donatılması, geleceğe umutla bakmalarının temini, bunun için gerekiyorsa öğrenci burs organizasyonlarının teşekkül ettirilmesi, ülkeler arası öğrenci değişim programlarının güçlendirilmesi ve yenilenmesi elzemdir. Hoşgörüsüzlüğün ortadan kaldırılması için toleransı, insani onur ve değerleri, farklı inançlara saygıyı öğreten eğitim-öğretim faaliyetleri büyük stratejik önem taşımaktadır.
Âlî bir ahlâkın, muazzam bir hakikatin, dünya ve ahiretin teminatçısı düzenlemelerin sahibi İslamiyet’in, güneşten daha parlak hakikatlerinin bütün insanlığa ulaştırılması ve duyurulması ideali, ancak gönüllerini ihsan duygusu ve şuuru ile süslemiş, kendilerini insanlığı diriltmeye adamış yüksek ruhlar ile mümkün olacaktır.
Toplumumuzun ve genel olarak insanlığın, hayır, salah ve
barışta Allâh’tan muvaffakiyetleri dileklerimizle…
Kaynakça
Kurân-ı Kerîm
Ahmed b. Hacer Alu Bûtâmî’l-Ben’alî, el Akâidu’s-Selefiyye bi Edilletihâ’n-Nakliyyeti ve’l-Akliyye, 1. Baskı, Dâru’l-Kütübi’l-Katariyye-1994.
Ahmed b. Hanbel, Müsned.
Al-Rasheed, Madawi Shterin, Marat, Library of Modern Religion: Dying for Faith: Religiously Motivated Violence in the Contemporary World, I.B. Tauris, London-2009.
Brown, Amy Benson Poremski, Karen, Roads to Reconciliation: Conflict and Dialogue in the Twenty-First Century, M.E. Sharpe, Inc.- 2005.
Buhârî, Sahih.
Cesari, Jocelyne, When Islam and Democracy Meet: Muslims in Europe and in the United States, Palgrave Macmillan-2006.
DİA
Ebu Abdillah el-Kurtubi, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, Dâru Alemi’l-Kütüb, Riyad-2003.
Ebû Dâvud, Sünen.
Ebu Musa el-Eşarî, el-İbâne an Usûli’d-Diyâne, Dâru İbni Zeydûn, 1. Baskı, Beyrut-Lübnan, trsz.
Hefner, Robert W., Making Modern Muslims: The Politics of Islamic Education in Southeast Asia, University of Hawaii Press-2009.
Hefner, Robert W., Shari’a Politics: Islamic Law and Society in the Modern World, Indiana University Press-2011.
İbni Cerîr et-Taberî, Tefsiru’t-Taberî, Dâru Hicr, Kahire-2001.
İbnu Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bâri, 1. Baskı, Riyad-2001.
İbnu’l-Kayyim el-Cevziyye, İ’lâmu’l-Muvakkiîn, 1. Baskı, Dâru İbni’l-Cevzî, Riyad-1423.
İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye, Kitabu’r-Ruh, s. 11, İz Yayıncılık.
İbn Teymiyye, el-Fetâvâ’l-Kübrâ, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. Baskı, Beyrut-1987.
İzmir’li İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelâm, Umran Yayınları, Ankara-1981.
Lacroix, Stéphane Holoch, George Thomas, Awakening Islam: Religious Dissent in Contemporary Saudi Arabia, Harvard University Press, 2011.
Masud, Muhammad Khalid Salvatore, Armando van Bruinessen, Martin, Islam and Modernity: Key Issues and Debates, Edinburgh University Press-2009.
Muhammed İmara, Teyyârâtu’l-Fikri’l-İslâmî, Dâru’ş-Şurûk-1997.
Taberânî, Mûcemu’l-Kebîr.
Tirmizî, Sünen.
[1] Bkz.: Kurân-ı Kerîm, Bakara, 275; Nisâ, 22; 23; Mâide, 95; Enfâl, 38; Yunus, 30; Zuhruf, 56; Hâkka, 24.
[2] “Fundamentalizm” kelimesi, Latince “temel” anlamına gelen “fundamentum” kökünden türemiştir. Bu kavram ilk olarak XX. yüzyılın başlarında Amerika’da İncil’in aslına dönüşü amaçlayan Evanjelik Protestanlar tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Radikalizm ise, özellikle de siyaset biliminde XVIII. yüzyıldan beri kullanılan bir terimdir. Latince “kök” anlamına gelen “radix” sözcüğünden türemiştir. Radikalizm aşırı siyasi bir görüşe inanmak veya aşırı siyasi bir görüşü desteklemek olabileceği gibi, normalde aşırı olmayan ya da aşırı bir görüş olarak doğmamış siyasi bir düşünceyi, aşırı unsurlarla yeniden ele almak anlamına da gelmektedir.
[3] İzmir’li İsmail Hakkı Yeni İlm-i Kelâm’ında Ehl-i Sünnet-i Âmme ve Hâssa diye ikili bir tasnif yapmakta ve Mütekaddim Selefiyyenin tamamını Ehl-i Sünnet-i Hâssa’ya dâhil etmektedir. (İzmir’li İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelâm, ss. 61-66, Umran Yayınları, Ankara-1981)
[4] Muhammed İmara, Teyyârâtu’l-Fikri’l-İslâmî, s.135, Dâru’ş-Şurûk-1997.
[5] İmara, age, s. 136.
[6] Durward, Rosemary Marsden, Lee, Religion, Conflict and Military Intervention, s. 154, Ashgate Publishing Group-2009.
[7] Hefner, Robert W., Making Modern Muslims: The Politics of Islamic Education in Southeast Asia, s. 88, University of Hawaii Press-2009.
[8] Masud, Muhammad Khalid Salvatore, Armando van Bruinessen, Martin, Islam and Modernity: Key Issues and Debates, s. 125, Edinburgh University Press-2009.
[9] Brown, Amy Benson Poremski, Karen, Roads to Reconciliation: Conflict and Dialogue in the Twenty-First Century, s. 80, M.E. Sharpe, Inc.- 2005.
[10] Bkz. Buhârî, Sahih, Cenâiz, 67, 90; Megâzî, 8; Müslim, Sahih, el-Cennetü ve sıfatu naîmihâ, 70, 76, 77, 78; Ebû Dâvud, Sünen, Sünne, 27; Nesâî, Cenâiz, 108; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/5804.
[11] İbn Teymiyye, el-Fetâvâ’l-Kübrâ, 3, s. 61, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. Baskı, Beyrut-1987.
[12] İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye, Kitabu’r-Ruh, s. 11, İz Yayıncılık.
[13] Ebu Abdillah el-Kurtubi, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, 18/215, Dâru Alemi’l-Kütüb, Riyad-2003.
[14] Ebu Musa el-Eşarî, el-İbâne an Usûli’d-Diyâne, ss. 33-36, Dâru İbni Zeydûn, 1. Baskı, Beyrut-Lübnan, trsz.
[15] İbni Cerîr et-Taberî, Tefsiru’t-Taberî, 23/129, Dâru Hicr, Kahire-2001.
[16] İbnu Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bâri, 13/414-418, 1. Baskı, Riyad-2001.
[17] Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hakk ile ilgili olarak zikredilen “nüzul, yedeyn, vech, istiva ve arş” gibi konularda, nassların zahiri anlamlarının ehl-i sünnete muhalif bir şekilde ele alındığı ve selefi bakış açısına göre savunulduğu görüşler için bkz: Ahmed b. Hacer Alu Bûtâmî’l-Ben’alî, el Akâidu’s-Selefiyye bi Edilletihâ’n-Nakliyyeti ve’l-Akliyye, ss. 111-231, 1. Baskı, Dâru’l-Kütübi’l-Katariyye-1994.
[18] Bkz. İbnu Kayyim, İ’lâmu’l-Muvakkiîn, 1/149-157, Dâru İbni’l-Cevzî, Riyad-1423.
[19] İbnu Kayyim, ae., 1/3.
[20] Tirmizî, Sünen, Deavât, 118; Ahmed b.Hanbel, Müsned, 4/138.
[21] Tirmizî, Sünen, Deavât, 64.
[22] Bkz. Buhârî, Sahih, Cihâd, 76; Taberânî, Mûcemu’l-Kebîr, 1/292.
[23] Ebû Dâvud, Sünen, Cihâd, 70; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/198.
[24] Buhârî, Sahih, İstiskâ, 3.
[25] Bkz. Buhârî, Sahih, Edeb, 5, Enbiyâ, 53; Zikir, 100.
© Her hakkı mahfuzdur. İşbu web sitesi ve içeriğine ilişkin tüm fikrî haklar ile her türlü telif hakları www.dinveilim.com sitesine ait olup, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tâbidir. www.dinveilim.com internet sayfalarındaki yazıların, bütün olarak elektronik ya da matbu bir ortamda yayımlanması yasaktır. Ancak www.dinveilim.com sitesinde yer aldığının belirtilmesi ve doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazılardan kısa bölümler iktibas edilebilir.